...Almanya'da ilk düzenli şehir içi ulaşım seferleri başlayıp da orta ve alt sınıftan insanlar kenti bir ucundan bir ucuna gezme imkanına kavuştuklarında
Alman sosyolog Georg Simmel o korkunç teşhisi koymuştu ;"İnsanlık tarihinde ilk kez iki insan yan yana bu kadar yakın oturup, bedenlerine okundukları halde saatlerce birbirleriyle konuşmadan yolculuk yapıyorlar "
Bir iletişimci olarak beni ilgilendiren, düşündüren, kaygılandıran bir saptama bu.......
X KUŞAĞI
Bu yalnızlığa nicedir aşinayız. Çocuklarımız bir süredir, uyku öncesi masallarını yataklarının başucuna konan bir teypten dinliyorlar. Oyunlarını
bilgisayarda oynuyorlar. Derslerini videodan izliyorlar, kahramanlarını televizyondan seçiyor, sevgilileriyle internette buluşuyorlar. Bütün bunlar olup biterken bir odanın içinde yapayalnızlar. Yüzyılın bizi getirip bıraktığı nokta burası... Onlara "Biberon kuşağı" demek geliyor içimden.
80'lerin ekonomik özgürlüğünü kazanmış, "yuppie" annelerinin "memelerim sarkar" endişesiyle emzirmeden yetiştirdiği bebekler, büyüyüp yüzyılın sonunda ergen oldular. Daha cinsellikle tanışamadan, AIDS ile karşılaştılar. Doğum kontrol
haplarının yaygınlaşması sayesinde özgür seksin kapısını aralayan ebeveynlerinin aksine, tanımadıkları bir virüs yüzünden özgür seksin kapısını çektiler. Bu
korkunun zoruyla, giderek yalnızlığın güvenli issızlığını keşfettiler.
Şimdi "dokunmadan yaşamanın" tadını çıkarıyorlar. Markete gitmeden, internetten
sipariş verip, bilgisayar aracılığıyla alışveriş yapıyor, doktorlarına röntgen filmlerini "mail"leyip, uzaktan muayene oluyorlar.
Onlara "X kuşağı" da deniliyor ; "ölü kuşak" yada "neidiğü belirsiz nesil" anlamında... En belirleyici özellikleri yalnızlıkları... Danstan, "bir bele sarılmanın hazzı"nı anlayan büyüklerinin aksine, kulaklarında walkmanle "techno" ritminde tek başına dans etmekten haz alıyorlar. Sofra başında aileyle birlikte değil, odalarında ekran karşısında veya burgercide ayaküstü, ama mutlaka yalnız "atıştırmayı" tercih ediyorlar. Gazete okumuyor, "göz atıyor"lar. DVD'deki filmi zıplayarak izliyor, kitabı sayfa atlayarak okuyorlar. Internette gezinirken, aynı anda telefonla konuşabiliyor, yemek yiyebiliyor, televizyon izleyebiliyor ve dergilere göz
atabiliyorlar. Uzun sevişmeler yerine üstünkörü "dokunuş"ları, uzun konuşmalar
yerine, kısa "sunuş"ları seviyorlar.
"Internette gevezelik" sitelerinden birine girip, yarattıkları yeni dili görmelisiniz. Hep bir yere yetişme telaşındaymış gibi düşünen, konuşan, yazan bir neslin kendine özgü dilini kuruyorlar ; "Hi" ( "Hay" okunur, selam yerine geçer ) ile başlayıp "Bye" ( "Bay" okunur, veda niyetine kullanılır) ile biten "N'aber" sorusunun "N'olsun" diye yanıtlandığı garip bir geyik muhabbeti.....
En çok, kitapçılarda "Ünlü Roman özetleri" türünden kitaplar görünce onları anımsıyorum. Yüzyılın başındakilerin hayata bakışlarını değiştiren kitapların sadece konularıyla ilgileniyorlar. Sağlıklı yaşıyor, iyi kazanıyor, kolay harcıyorlar....hem parayı hem dostlarını.....Markalarını, okullarını,
kariyerlerini, ailelerinden, arkadaşlarından,
fikirlerinden daha çok önemsiyorlar. Hayatı "zap" layarak yaşıyorlar. Bilgisayarlarında olduğu gibi özel hayatlarında da "sörf" yapmayı, derine dalmadan yüzeysel ilişkiler kurmayı, kök salmadan dolaşmayı yeğliyorlar.
Bu"kök salamama" meselesi, Türkiye açısından özellikle önemli....Geçenlerde bir arkadaşım "Farkındamısın ? "dedi, "hiçbirimiz dedemizin mezarının olduğu kentte oturmuyoruz artık". Hrant Drink'in televizyonda anlattığı öykü dahada dramatikti. Her gittiği yeri çiçeklerle bezeyen bir dostunun, son yerleştiği evinin bahçesini çırılçıplak bulunca nedenini sormuş
Hrant şu yanıtı almış ; " Ne zaman bir ağaç ektimde meyvesini yiyebildimki...."
Öylesine köksüz, öylesine göçebe, öylesine gezgin bir toplumuz ki hala... Yerleşemedik gitti.....
Dedelerimizin mezarlarının olduğu yerleri terk ettikten sonra, ilkin evimizi, derken işimizi, aşımızı ve nihayet bütün yaşamımızı değiştirdik.Bütün bunlar
yarım asır içinde olup bitti ve hepimizde öyle bir travma yarattı ki, hala altından kalkamıyoruz.
"Travma" dedim de aklıma geldi. Eski
dosyalarımda bulduğum bir haber şöyle diyor ; " 13 yaşındaki Soner, halası olarak bildiği kişinin aslında babası olduğunu öğrenince şok oldu." Bu öyküden
yola çıkarak, yüzyıl sonunda cinsel kimliklerimizin ve seks hayatımızın aldığı şekillerden söz etmek istiyorum.
Azzz sonraa...
Can Dündar 'ın 2000 yılına-milenyuma- girerken İmge Kitabevi tarafından yayınlanan "Nereye?" isimli kitabından alıntı yapılmıştır.
XYZ
yazmis...
|